Etiketler

12 Eylül 2011 Pazartesi

yardım edelim, sahip çıkalım

mimarlık çok başka bir disiplin. bir öğretmen, bir mühendis, bir doktor ne yapacağını biliyor. mezun olacak ve mesleğini icra edecek. mimarlık öyle değil. çünkü disiplin kendi içinde çok çatallı. her konuda fikir yürütmemiz gerekiyor, fakat hiç bir prensibin danışmanı değiliz. bu da sürekli sahanın dışına itilmemizi sağlıyor. kimse bize saygı duymadığından, yaptığı işi çok önemsediği halde önemsenmeyen bir güruh insan haline geldik. mühendis mandasına girenler oldu bu süreçte, ben de sizdenim, lütfen çenenizi kapayın dercesine. ya da sanat içerisinde boğulup, postmodernim lan ben, heykel yapıyorum, var mı diye halktan sıyrılanlar. napıyoruz lan biz, biz kimiz, nereden geldik diye kimlik bunalımına girmiş olan teorik kısmı saymıyorum bile.
kısacası delirdik.
az önce odadan mail gelmiş, nasıl olur da expo 2020 için inciraltını seçersiniz, bize sordnuz mu, kime sordunuz diye.
çok da kızgınız.
adeta ben saksı değilim, en çok bana soracaksın, en çok ben! diyen erol büyükburçlarız.
sevgilerle.

3 Eylül 2011 Cumartesi

i'm lovin' it

ütopya yazarken, kahve, sigara ve ezginin günlüğü eşliğinde yazmam gerekirken, kola, cips ve yabancı müzik ile yazmam, neden aslında yazmamam gerektiğini çok güzel açıklıyor aslında ama ben sakal bırakarak da bir yerlerinden yakaladığımı düşünüyorum.

1 Eylül 2011 Perşembe

ya noluyoz yeââ?

efendim, günlerdir ütopyalar üzerine okumalar yapıyorum. bu okumaların çoğu da, modernizm-postmodernizm kardeşlere dayanıyor. bunlar da komünizm-kapitalizmin alt metinlerinde geçtiklerinden, modernist ütopya derken komünizm, postmodernist ütopya derken kapitalizmi kastediyorum. ben bunları kastetmek istiyor muyum, soran yok tabi. ben belki sadece kübik evlerle, yamuk evler arasındaki seçimimi belirtip çıkacaktım. ama olmuyor.
bir de okuduğum bütün metinlerde halk yerle bir dostlarım. yok neymiş, çok manipüle ediliyormuşuz, hemen kandırılıyormuşuz, çok çabuk unutuyormuşuz, belleğimiz yokmuş, birbirimize benzeyen, eleştiri yoksunu kör bir nesil haline gelmişiz... falan da. daha neler neler. ya bir dakika dostum, sen kimsin şimdi, niye kendini tenzih ettin kalemi eline aldın diye, o bir. benim de hayatımda türlü şey oluyor, kendi hayatımı zor kurtarıyorum, ne istiyorsun benden, tabi ki manipüle olurum, kimin hangi konuda ne kadar doğru söylediğini kanıtlayamıyorsam, birine inanacağım, bu iki. eleştiri yoksunu diyorsun, etiğin bu kadar değişkenlik gösterdiği ve her türlü eleştirinin bir kesimi incittiğini göz önünde bulundurarak, ben kimseye parmak sallama hakkını kendimde görmüyorumdur belki, bu üç. ben daha yediğim yemeği zor hatırlıyorum, sürekli etrafımda bir şeyler oluyor, bunları aklımda tutamazken, bana belleksiz olmakla gelme lütfen, bu da beyin yani. ne istiyorsunuz lan benden? zaten doğar doğmaz nereye geldiğimi anlayamadığım bir hayatta yaşıyorum, kime bu tafranız?
böyle duygularla okuyorum metinleri. bu konulardan hep biraz kaçmış olmamın da etkisi vardır tabi, üzerime alınmamda=) yoksa benim de ütopyam var. imagine my friends=)
neyse, ben bu metinlerden buhranlar gelmişken, uykularımı kaçıran "benim ideal dünyam ne ola ki?" sorusunu biraz aralamak için kuzenimle sinemaya gittim. şirinler vardı. 3d olduğunu dahi bilmeyerek girdim. hatta o gözlükleri görünce biraz bozuldum. n'alakası var yea, şirinleri izlicektik, ne 3boyutu falan dedim. (çok da çirkin olmuşlar ayrıca)
meğer benim şirinler diye izlemeye gittiğim şey, "komünist ütopyaların kapitalist toplumlardaki yeri" isimli 3d animasyonmuş. kafamı dağıtmak niyetim, filmden gelen alt metinler sayesinde yerle bir oldu. kafam karıştıkça karıştı, sinirlerim bozuldukça bozuldu.
daha önceden de smurfian communism isimli bir komünizm anlatısı olduğunu ve amerika gibi bazı ülkelerde çocukları komünizme özendirdiği için şirinlerin yasaklandığını duymuştum. ama şirinleri yaşadıkları yerden bir port açıp gösteri dünyasının merkezlerinden newyorka düşürmeleri ve şu sıralar gösteri dünyasının en sevilen ismi neil patrick harris'in başrol oynaması, onun da en ucuz sektörlerden biri olan dünyaca ünlü bir kozmetik firmasın reklamcısı olması? bir kere film böyle başlayarak beni düşüncelere gark etti. filmin devamında da her saniye komünist düşünce yapısının insan yaşamına ne kadar uzak olduğu, bunun olsa olsa bir idea olduğu, o ideanın da ait olduğu yerde kalıp hayatımıza bulaşmaması gerektiği üzerine gönderiler aldım. bir sahnede şirine marilyn monroe elbisesi giyiyor ve alttan gelen rüzgarla etekleri uçuşuyor. marilyn abla sahnesi=) bunu gören şirinlerin gözleri açılıyor ve birbirlerine aynı şeyi mi düşünüyoruz diye soruyorlar. ve gidip şirinenin yanında rüzgarda popolarını serinletiyorlar.
bu sahneyi izleyen herkes benim gibi görmeyebilir, bunu anlarım, ama bana sanki çok bariz bir şekilde, "eğer böyle bir sahnede, siz de bunu düşünseydiniz, o zaman komünist ütopya olurdu dostlarım, ama ne yazık ki bizim kafamız o kadar iyi niyetli çalışmıyor" dedi gibi geldi yönetmen.
gibi geldi, bilemiyorum. belki de şair bayrağa seslenmiştir, ben yanlış anlamışımdır.
eğer ki şirinler gerçekten bir komünist ütopya anlatısıysa -ki ben böyle olduğuna inanıyorum- bugün kapitalizm şirinleri çok fena harcadı dostlarım. hahah=) facebookta oyunlarının çıkması falan da ne kadar ilişkili bilemiyorum. bir şeyler var ama belli, bir kötü niyet, bir laf sokma, bir ideolojiler çatışması. ben uslu bir çocuk olduğumdan bunları gördüm=)
sadece bir film olarak izlemeye gidecekler için ise, film adeta leş.
sevgilerle.