Etiketler

25 Ağustos 2012 Cumartesi

benim için intikam eriyik yenilen bir yemektir.



bu yazımı en sessiz bitenlere adıyorum. bittiğini bilemeyecek kadar sessiz, hesabını soramayacak kadar suçlu, kafası karışık ya da şüpheli olan, parmağını bir türlü koyamayanlara. 

hepimiz yaptık bu sinsiliği değil mi? hiçbir şey yokmuş gibi davranıp kapattık tüm köprüleri, karşıdan el salladık ben hala buradayım dercesine ama geçiş yolu bırakmadık. 

bir anda gibi göründü - aslında bu kaçıncının yanıtıydı.
anlamsız gibiydi - halbuki ne çok kafanda tartmıştın.
keşke ona söyleseydin - bilse dahi değişmeyeceğini anlayacak kadar beklemiştin. (belki de kızgınlığını bir tek böyle atabilecektin?)

yakıp yıkmak istedin. ama bu bir von trier filmi değil. o yüzden şöyle yaptın. 

birinin hep kapısının önünden geçiyordun, bir gün geçmedin. 
birini telefonuna adı soyadıyla kaydettin.
birinin istediğini yapmasına izin verdin. 
biri aradığında açmadın.
birinin bir daha asla gözünün içine bakmadın.
birisi için üzülmekten vazgeçtin.

mesela.

senin son dediğin onların hayatında eriyip gitti. 

21 Ağustos 2012 Salı

asıl izmir'e gitmeseydim, o zaman görürdünüz



hep istanbulluydum. burada doğdum, burada büyüdüm.
küçük yaşlarda tek başıma sokağa çıktım, çantamı önüme alarak, arkamdakiyle takip mesafesini koruyarak ve tehlike hissedilen anda sokaktaki giriş kapıları açık olabilecek apartmanları belirleyerek yürümeye alışkınım.
toplu taşımalarda fordçuları nasıl engelleyeceğimi, e5 hattında trafiğin hangi saatler arasında kalabalık yaptığını bilirim.
-istanbullu olmayanlar için bilgi; istanbul'da toplu taşımada kalabalık demek, otobüsün kapısının önündeki merdivende 20 kişi durmak demektir-
bir ramazanda, okul çıkışında sıkışıklıktan havada durduğum bir süre bile oldu.

***

ünversitede izmir'e gittim. izmir hiç istanbul gibi değildir. havası bile rahat kokar. koşmak yoktur, geç kalmak varsa da vardır, nedir yanidir. şehir seni kabullenir, tebessüm eder. koşturtmaz, terletmez, elindekini sunar. çok vermez, çok almaz.
rahatsındır.
mutlusundur.
kent kartını evde unutsan, bir izmirliyi gururlandırırsın.
-izmirli olmayanlar için bilgi; izmir'de otobüsün kapısının açıldığı yerde durulmaz, çarpabilir.-
bir keresinde pembe saçımla, tüm sokaklarda, hiç yadırganmadan dolaştığım bile oldu.

***

sonra istanbul'a döndüm. ilkten akbilini unutan bütün istanbulluların yerine basıp, paralarını almadım. siz de başkasına basarsınız dedim, yadırgadılar.
yolda salınarak yürürken hep arkamdan iterek geçenler oldu.
insanlar daha tek kullanımlık gibi geldi. masada kaldı muhabbetler, herkes herkesi artı ve eksileriyle tarttı, sınıfta bıraktı.
ilk başlarda kimse nereye koştuğunu bilmeden bir telmaşa içinde diye çok sinirleniyordum. uzaktan bakıyordum kendi doğduğum, büyüdüğüm ama yadırgadığım şehre.
ama anladım ki, burada hak verilen bir şey değil. onu alman gerekiyor. alırken savaşmanı da kimse yadırga-ya-mıyor. metrobüs kapılarını açıyor, köşe kapmaca başlıyor, kimse kimseye "dur, yavaş" diyemez bile, önce atılan kazanıyor. kimsenin kibarlığa lüksü yok burada, dalmaya, salınmaya...
misal; bugün iki dakika karaköy'de hülyaya dalarak yürüyeyim dedim, gözüme iğneli misina giriyordu.

***


şehir sürekli memnuniyetsiz, geç kaldıracak seni, ya da bekletecek, aksi, aksi, aksi... suratsız, ekşi. başaramazsan garipten bir zevk alıyor sanki, iki dakika dalacak olsan ensene bir şaplak yiyorsun, dönüp baksan biliyorsun pis pis gülüyor olacak. başaramamanı istiyor ama kendisine rağmen başardıkça inceden gururlanıyor.
neşesi neşe, şeni şen.
denk gelebilirsen.



12 Ağustos 2012 Pazar

şeytan ve melek

iki seçenek vardı. biri çok mantıklıydı, istemeyi gerektirmiyordu bile. 
diğeri çok da mantıklı değildi aslında. hatta neresinden bakarsan bak, mantıksız olduğu görülüyordu. 
mantıksız olan beni korkutuyordu, bu da onu çok mantıklı gösteriyordu. 
mantıksız olanı seçtim. 
ne halin varsa gör dedi.
mantıklıyı seçseydim de öyle diyecekti. hangisinin sesi konuşan, ne başında biliyorum, ne sonunda...

11 Ağustos 2012 Cumartesi

cumartesi sevgilisi.
pazartesi adı kalmaz. çarşamba hatırlanır, cuma hazırlanır.
pek sesi çıkmaz.
düşünür mü seni hiç?
kim bilir,
bunca yapılacağın arasında ben bilemem herhalde.


10 Ağustos 2012 Cuma

"bir büyük şehrin gürültüsünde insan, kimseye sezdirmeden istediği zaman yellenebilir. o yellenemezdi."

8 Ağustos 2012 Çarşamba

hiç durmayan trene bin.

senin hayatın durmuştur, başkalarınınki akıyordur.
onlar akmasından nefret ediyordur, sen durmasından. durup bakmaktan.
senin bütün donmuş zamanların onlara adanabilirdir, onlarsa bu adakların farkında değildir.
kızarsın. ama modern dünya kızgınlığı. sana verilmeyen zamanların açıklamaları vardır, ikna olmak zorunda olduğun, bir yerlerde içine sinmeyen, yine de karşı çıkamadığın...
anlarsın ki, sadece yolda çarpıştığın kadarı senin. beraber yolda yürüdüğün kadar. kimse orada seninle kalmayacak.
hem neden kalsın zaten? sen de bunu istemezsin.
......
güzel olabilecek her şey için,, yola çıkmak vakti.

6 Ağustos 2012 Pazartesi

besin kaynakları

"bir şeye tutkuyla bağlanmaktan değil, hiçbir şeyden eksik kalmayayım hırsından yapılan işler peşinde sürekli."

hırs mı daha iyi bir kaynak beslenmek için, tutku mu?

aynı noktaya getiriyorsa, bilmek imkansız gibi görünüyor.

5 Ağustos 2012 Pazar

şimdi efendim, mimarlık öyle bir durum ki, mimarınız istediği kadar yaratıcı olsun, siz kendi hayatınız konusunda garantici ve tutucuysanız, mimarın yaratıcılığı sadece bir baskı unsuru, bir zorlama olur size.
mesela şu odayı alıyorum,

aires mateus- casa areia


bizi düşünüyorum. burası sahildeki evimizin bir odasıymış. konu komşu gelince buraya buyur edip varoluşsal sorunlardan konu açıyormuşuz.  bütün aile lounge - chillout dinliyormuşuz, babam bile salatayla besleniyormuş o alternatif hayatımızda. / şu an babama ahşap bir küpe taktım kafamda, çok yakıştı. / ben her entelektüel ailenin çocuğu gibi karşılatırmalı edebiyat okumuşum. kardeşimse şu sıralar avrupa'da eğitimine devam ediyor ama şimdiden ileride çok yetenekli bir sanatçı olacağı belli.

her türlü yeni tecrübeye açığız. ama yine de her hayat alternatifimizde o oda annem için kumlu oda. ayağın hep kum oldu orada, onlarla salona gelme odası. 80 temizlikçimiz bile olsa, içeriye kum taşımak korkusundan artık girmeyi bıraktığımız oda. o oda olmayınca babam da küpesini çıkardı, salonda arif sağ çalıyor, annem akşama içli köfte yapacakmış, kardeşim de aradı, bugün eve gelmeyecekmiş.



2 Ağustos 2012 Perşembe

resim

çok zaman geçmişti üzerinden. ne zaman var görüşmüyorduk. araya süfli işler girmişti ve pek çoktular.
(beni biliyordu. hiç saklamadım kendimi. en acıyacak yerlerimi benden iyi bildiğine emindim. ama sinsidir. bildiğini belli etmez.) çok kalabalıktı. pembe ışıklar ve bir sürü insan. yorgundum. kimsenin gözüne bakasım bile yoktu. merdivenleri inerken yavaşça seçmeye başladım tanıdığım yüzleri. sonra onu gördüm. (masada en dik oturan. seçmemek neredeyse imkansız. hep dik oturur. sarhoşken bile. gece 3'ken bile!). bir tek onun gözlerine bakasım geldi. çok konuşmadık, uzaktan bir selam. gecenin geç katılanıydım, köşeye sırnaştım.

o gece bir resimse, herkes bulanık, bir tek o netti. Gülüyordu ve eğleniyordu (ama şımarıkça değil, hiç sevmez şımarıklığı.) bense çok yorgundum, gerçekten, kimseye bir şey anlatasım yoktu. Sakince ona hayranlık duyuyordum.

Her zamandan bir farkı yoktu aslında. Hep görüştüğümüz gibi, yalın. Hep bildiğim ama ilk kez farkettiğim.
Tam da o gün. Neredeyse hiç konuşmadığımız o gün. Kimsenin gerçeğini gerçek saymam ya, benim bir gerçeğim varsa onun gözleriydi görmemi sağlayan. Bütün sorularımın içinde ilk defa bir cevap. (fazla romantik olur bazen, kendisi bile anlayamaz o ruh halini.) Anlatırken bilinen diğer duygulara yakınsayacak, onlarla anılacak diye hiç bahsetmedim. Onu anlatırken bir göz pırıltısı, adını duyduğumda bir sakinleşme hissi. Hepsine benzer gibi, ama hiçbiri değil. Kalemime hiç almadım.- sevmez işaret edilmeyi, dile getirilmeyi, üzerine de alınmaz zaten- Ama şerefine bir kadeh de mi kaldırmayayım?

holaa!...

http://fizy.com/#s/1bxme7