Etiketler

25 Ağustos 2012 Cumartesi

benim için intikam eriyik yenilen bir yemektir.



bu yazımı en sessiz bitenlere adıyorum. bittiğini bilemeyecek kadar sessiz, hesabını soramayacak kadar suçlu, kafası karışık ya da şüpheli olan, parmağını bir türlü koyamayanlara. 

hepimiz yaptık bu sinsiliği değil mi? hiçbir şey yokmuş gibi davranıp kapattık tüm köprüleri, karşıdan el salladık ben hala buradayım dercesine ama geçiş yolu bırakmadık. 

bir anda gibi göründü - aslında bu kaçıncının yanıtıydı.
anlamsız gibiydi - halbuki ne çok kafanda tartmıştın.
keşke ona söyleseydin - bilse dahi değişmeyeceğini anlayacak kadar beklemiştin. (belki de kızgınlığını bir tek böyle atabilecektin?)

yakıp yıkmak istedin. ama bu bir von trier filmi değil. o yüzden şöyle yaptın. 

birinin hep kapısının önünden geçiyordun, bir gün geçmedin. 
birini telefonuna adı soyadıyla kaydettin.
birinin istediğini yapmasına izin verdin. 
biri aradığında açmadın.
birinin bir daha asla gözünün içine bakmadın.
birisi için üzülmekten vazgeçtin.

mesela.

senin son dediğin onların hayatında eriyip gitti. 

21 Ağustos 2012 Salı

asıl izmir'e gitmeseydim, o zaman görürdünüz



hep istanbulluydum. burada doğdum, burada büyüdüm.
küçük yaşlarda tek başıma sokağa çıktım, çantamı önüme alarak, arkamdakiyle takip mesafesini koruyarak ve tehlike hissedilen anda sokaktaki giriş kapıları açık olabilecek apartmanları belirleyerek yürümeye alışkınım.
toplu taşımalarda fordçuları nasıl engelleyeceğimi, e5 hattında trafiğin hangi saatler arasında kalabalık yaptığını bilirim.
-istanbullu olmayanlar için bilgi; istanbul'da toplu taşımada kalabalık demek, otobüsün kapısının önündeki merdivende 20 kişi durmak demektir-
bir ramazanda, okul çıkışında sıkışıklıktan havada durduğum bir süre bile oldu.

***

ünversitede izmir'e gittim. izmir hiç istanbul gibi değildir. havası bile rahat kokar. koşmak yoktur, geç kalmak varsa da vardır, nedir yanidir. şehir seni kabullenir, tebessüm eder. koşturtmaz, terletmez, elindekini sunar. çok vermez, çok almaz.
rahatsındır.
mutlusundur.
kent kartını evde unutsan, bir izmirliyi gururlandırırsın.
-izmirli olmayanlar için bilgi; izmir'de otobüsün kapısının açıldığı yerde durulmaz, çarpabilir.-
bir keresinde pembe saçımla, tüm sokaklarda, hiç yadırganmadan dolaştığım bile oldu.

***

sonra istanbul'a döndüm. ilkten akbilini unutan bütün istanbulluların yerine basıp, paralarını almadım. siz de başkasına basarsınız dedim, yadırgadılar.
yolda salınarak yürürken hep arkamdan iterek geçenler oldu.
insanlar daha tek kullanımlık gibi geldi. masada kaldı muhabbetler, herkes herkesi artı ve eksileriyle tarttı, sınıfta bıraktı.
ilk başlarda kimse nereye koştuğunu bilmeden bir telmaşa içinde diye çok sinirleniyordum. uzaktan bakıyordum kendi doğduğum, büyüdüğüm ama yadırgadığım şehre.
ama anladım ki, burada hak verilen bir şey değil. onu alman gerekiyor. alırken savaşmanı da kimse yadırga-ya-mıyor. metrobüs kapılarını açıyor, köşe kapmaca başlıyor, kimse kimseye "dur, yavaş" diyemez bile, önce atılan kazanıyor. kimsenin kibarlığa lüksü yok burada, dalmaya, salınmaya...
misal; bugün iki dakika karaköy'de hülyaya dalarak yürüyeyim dedim, gözüme iğneli misina giriyordu.

***


şehir sürekli memnuniyetsiz, geç kaldıracak seni, ya da bekletecek, aksi, aksi, aksi... suratsız, ekşi. başaramazsan garipten bir zevk alıyor sanki, iki dakika dalacak olsan ensene bir şaplak yiyorsun, dönüp baksan biliyorsun pis pis gülüyor olacak. başaramamanı istiyor ama kendisine rağmen başardıkça inceden gururlanıyor.
neşesi neşe, şeni şen.
denk gelebilirsen.



12 Ağustos 2012 Pazar

şeytan ve melek

iki seçenek vardı. biri çok mantıklıydı, istemeyi gerektirmiyordu bile. 
diğeri çok da mantıklı değildi aslında. hatta neresinden bakarsan bak, mantıksız olduğu görülüyordu. 
mantıksız olan beni korkutuyordu, bu da onu çok mantıklı gösteriyordu. 
mantıksız olanı seçtim. 
ne halin varsa gör dedi.
mantıklıyı seçseydim de öyle diyecekti. hangisinin sesi konuşan, ne başında biliyorum, ne sonunda...

11 Ağustos 2012 Cumartesi

cumartesi sevgilisi.
pazartesi adı kalmaz. çarşamba hatırlanır, cuma hazırlanır.
pek sesi çıkmaz.
düşünür mü seni hiç?
kim bilir,
bunca yapılacağın arasında ben bilemem herhalde.


10 Ağustos 2012 Cuma

"bir büyük şehrin gürültüsünde insan, kimseye sezdirmeden istediği zaman yellenebilir. o yellenemezdi."

8 Ağustos 2012 Çarşamba

hiç durmayan trene bin.

senin hayatın durmuştur, başkalarınınki akıyordur.
onlar akmasından nefret ediyordur, sen durmasından. durup bakmaktan.
senin bütün donmuş zamanların onlara adanabilirdir, onlarsa bu adakların farkında değildir.
kızarsın. ama modern dünya kızgınlığı. sana verilmeyen zamanların açıklamaları vardır, ikna olmak zorunda olduğun, bir yerlerde içine sinmeyen, yine de karşı çıkamadığın...
anlarsın ki, sadece yolda çarpıştığın kadarı senin. beraber yolda yürüdüğün kadar. kimse orada seninle kalmayacak.
hem neden kalsın zaten? sen de bunu istemezsin.
......
güzel olabilecek her şey için,, yola çıkmak vakti.

6 Ağustos 2012 Pazartesi

besin kaynakları

"bir şeye tutkuyla bağlanmaktan değil, hiçbir şeyden eksik kalmayayım hırsından yapılan işler peşinde sürekli."

hırs mı daha iyi bir kaynak beslenmek için, tutku mu?

aynı noktaya getiriyorsa, bilmek imkansız gibi görünüyor.

5 Ağustos 2012 Pazar

şimdi efendim, mimarlık öyle bir durum ki, mimarınız istediği kadar yaratıcı olsun, siz kendi hayatınız konusunda garantici ve tutucuysanız, mimarın yaratıcılığı sadece bir baskı unsuru, bir zorlama olur size.
mesela şu odayı alıyorum,

aires mateus- casa areia


bizi düşünüyorum. burası sahildeki evimizin bir odasıymış. konu komşu gelince buraya buyur edip varoluşsal sorunlardan konu açıyormuşuz.  bütün aile lounge - chillout dinliyormuşuz, babam bile salatayla besleniyormuş o alternatif hayatımızda. / şu an babama ahşap bir küpe taktım kafamda, çok yakıştı. / ben her entelektüel ailenin çocuğu gibi karşılatırmalı edebiyat okumuşum. kardeşimse şu sıralar avrupa'da eğitimine devam ediyor ama şimdiden ileride çok yetenekli bir sanatçı olacağı belli.

her türlü yeni tecrübeye açığız. ama yine de her hayat alternatifimizde o oda annem için kumlu oda. ayağın hep kum oldu orada, onlarla salona gelme odası. 80 temizlikçimiz bile olsa, içeriye kum taşımak korkusundan artık girmeyi bıraktığımız oda. o oda olmayınca babam da küpesini çıkardı, salonda arif sağ çalıyor, annem akşama içli köfte yapacakmış, kardeşim de aradı, bugün eve gelmeyecekmiş.



2 Ağustos 2012 Perşembe

resim

çok zaman geçmişti üzerinden. ne zaman var görüşmüyorduk. araya süfli işler girmişti ve pek çoktular.
(beni biliyordu. hiç saklamadım kendimi. en acıyacak yerlerimi benden iyi bildiğine emindim. ama sinsidir. bildiğini belli etmez.) çok kalabalıktı. pembe ışıklar ve bir sürü insan. yorgundum. kimsenin gözüne bakasım bile yoktu. merdivenleri inerken yavaşça seçmeye başladım tanıdığım yüzleri. sonra onu gördüm. (masada en dik oturan. seçmemek neredeyse imkansız. hep dik oturur. sarhoşken bile. gece 3'ken bile!). bir tek onun gözlerine bakasım geldi. çok konuşmadık, uzaktan bir selam. gecenin geç katılanıydım, köşeye sırnaştım.

o gece bir resimse, herkes bulanık, bir tek o netti. Gülüyordu ve eğleniyordu (ama şımarıkça değil, hiç sevmez şımarıklığı.) bense çok yorgundum, gerçekten, kimseye bir şey anlatasım yoktu. Sakince ona hayranlık duyuyordum.

Her zamandan bir farkı yoktu aslında. Hep görüştüğümüz gibi, yalın. Hep bildiğim ama ilk kez farkettiğim.
Tam da o gün. Neredeyse hiç konuşmadığımız o gün. Kimsenin gerçeğini gerçek saymam ya, benim bir gerçeğim varsa onun gözleriydi görmemi sağlayan. Bütün sorularımın içinde ilk defa bir cevap. (fazla romantik olur bazen, kendisi bile anlayamaz o ruh halini.) Anlatırken bilinen diğer duygulara yakınsayacak, onlarla anılacak diye hiç bahsetmedim. Onu anlatırken bir göz pırıltısı, adını duyduğumda bir sakinleşme hissi. Hepsine benzer gibi, ama hiçbiri değil. Kalemime hiç almadım.- sevmez işaret edilmeyi, dile getirilmeyi, üzerine de alınmaz zaten- Ama şerefine bir kadeh de mi kaldırmayayım?

holaa!...

http://fizy.com/#s/1bxme7

29 Temmuz 2012 Pazar

28 Temmuz 2012 Cumartesi

insanın güzel bir şeyler yaşaması için bile ne istediğini bilmesi gerekiyor. ne istediğini bilmeyen, matematiğini çözememiş insanların hayatı ne zor.
aslında belki en basit sorular cevaplayamadıklarımız.

15 Temmuz 2012 Pazar

herkes bir adım atsa dünya -- bi dakka ya?

devşirme tarihi estetiği ve çağa uyum sağlamış giydirme cephesiyle takkeli -türkan saylan kültür merkezi
 vs.
tek tek analizine girmek istemediğim bir akranımın giyim tarzı.
ne denir buna?
kimliksiz?
çok kimlikli?
oksimoron?


ya da ortada buluşmak?

8 Temmuz 2012 Pazar

önce yukarı 50 adım, sonra aşağıya, sağa ve sola, ve tekrar yukarıya

benimle alakalı olmayan benimle alakalı şeylerdeki umarsızlık payıyla, benim yaptığım başkalarıyla ilgili seçimlerdeki küstahlığın arasında gidip gelirken ellerim temiz olaydan çıkmaktı bütün derdim ama haliyle olmuyordu. kimseyi etkilemeden, herkesi etkilemek üzerine kurulu oksimoron bir hayat yolculuğunda çok devinim, hiç kazanım mottosuyla ilerliyordum. varacağım yer, epey sonra bunun gibi bir yer olacaktı, tıpkı o saçma "toplam yer değiştirme" sorularında olduğu gibi.
biliyordum.
durduramıyordum.

Karşı Cepheden Görünüş


3 Temmuz 2012 Salı

gelinliğiyle işeyen kirsten dunst

ara bir sokakta, dükkanın önünde arkadaşımı beklerken bir araba geri geri gitmek suretiyle kovaya çarptı, sonra araba istop etti ve çalışmadı. etrafta kimse yoktu ve adamın arabayı çalıştırabilmesi için birinin itmesi gerekiyordu.
--dışarıdan görünen;
adamın biri geri giderken arabayı çarpıyor, marş basmıyor, yardım edecek kimse de yok, karşı kaldırımda yeşil elbiseli, topuklu ayakkabı giyinmiş bir kız var ve araba çalışmadıkça adam mahcup oluyor, kız da "uff gerizekalı, aptal gibi çarptı arabayı, galiba beni kesiyo bi de salak :sss" diye düşünüyor.

--içimde yaşadığım
adam geri giderken arabayı çarptı. arabanın da marşı basmadı. bi yardım eden yok mu diye bakındım, yoktu, bir tek ben vardım. sonra elimi çekince uçan elbise eteğime ilişti gözüm, vazgeçtim. zaten bir kız olarak benim araba itmem yakışık almazdı. ama o tümseği geçse gidecekti, şimdi bunun kızı-erkeği mi var, insaniyetin kızı-erkeği mi var, fakat elbise var, var ve uçuyor, bari adamın yüzüne çok bakmayayım da, eli ayağına dolanmasın, ama yazık ya hakkaten, şu bakkalın oğlu gelmez mi acaba, of begüm de çıksın artık, terziye dikişi mi öğretiyor, keşke bugün elbise giymeseydim ya valla yardım ederdim.--gibi düşüncelerin arasında acılara gark oluyordum.

iç dünyam sürekli böyle saçma sapan çalkantılar içindeyken, dışarda hiçbir şey olmaması? aslında bu çok uzun bir konu tabi. böyle de bir şey var diye anlatasım geldi blog. kıssa yok. hisse yok. bir takım anılar. coşkun sabah. siyah saç, ağaçlıklı yol, ut. dut. büyükbabam. bıyık. bazı tarz erkekler. bomonti.

8 Haziran 2012 Cuma

her gün, yeniden, hayata yine başlamayı o kadar istemiyorum ki...
bütün hayatımı "aman mahçup olmayayım" diye yaşıyorum. hep mahcup da oluyorum. sen niye yaşıyorsun berrin  deseler, hiç bilmiyorum. buna cevap verebilen insanı sevmem ama onu biliyorum. hiçbir şeye inanmıyorum, hiç ama hiçbir şeyi üzerime alınmıyorum. kimse bana hesap sormayacaksa, umrumda değil.
hayatta bir kez olsun, bir şeye gerçekten dokunmak isterdim. 

15 Mayıs 2012 Salı

özlemek

seni hiç özlemedim.
seni çok özledim.
sense aklıma bile gelmiyorsun. kendini böyle düşünsen üzülürdün. 

bidakka bidakka

şimdi ben para? için, senede sadece iki haftalığına hayatımı izinle geri almak suretiyle satılığa mı çıktım?

6 Mayıs 2012 Pazar

o bir toplu üretim efsanesi

Tasarımıyla gurur duyması gereken bir insan varsa, o da şu insan;


Hep vardı. Hep olacak.




28 Nisan 2012 Cumartesi

xxxx xxxxxx xxxxx xxxxxx xxxxxxxx xxxxxxxxxx

transparan


hayat, sanki başkalarının başına gelen bir şey. herkes kendi hayatının öznesiyken, ben başkalarının hayatının nesnesiyim.
her şey içimden geçiyor, bana dokunmadan. 
belki ben evde olmadığımdan siz de beni bulamıyorsunuzdur.
...
eve dönmeyeceğim. orada pek bir şey yok bana ait.
dışardayım. bakınıyorum. sizi izliyorum biraz.
 ...
çocukluğumdan beri çok sevdim sizi izlemeyi. gözlerimi dikip size bakıyorum. napıyorsunuz? nasıl bu kadar mutlu olup, nasıl üzülüyorsunuz? nasıl bağlanıyorsunuz ve bir de kuzum, neden o kadar çabuk inanıyorsunuz?
...
benim somutluğum seninki kadar somut değil belki de. katı olamadan buharlaşıyorum.
...
ne farkeder ki? midede karışmıyor mu hepsi?




15 Nisan 2012 Pazar

mehmet ali bey bi kopya verseniz?

karar vermemek verdiğim en büyük karar olacak diye çok korkuyorum. yanlış bir karar verip sonuçlarına katlanmaktansa, her kararı verebilecek gibi yaşıyor fakat hiç karar vermiyorum.
sanki doğru yanıtı olmayan bir sorunun bütün şıklarını işaretliyor gibiyim. başka bir iradenin gelip yanlış olanları silmesini bekliyorum.
bekliyorum.
koridordayım. uluyorum.

10 Nisan 2012 Salı

günaydın

kesinlikle koyu kahve değil, double latte içerim.
tatlı varsa şekersiz, önemsizse şekersiz, onun dışında şekerli.
yemek yerken, film izlerken, konuşurken, bir oturmak düsturunda bile değilim, uzanmak.
mümkünse her zaman uzanmak aslında.
başlarsa şikayet etmem. şikayet edilmezse başlamam.
geç kalırım.
iyi yaparım.



14 Mart 2012 Çarşamba

her şey normal

her yazın ilk bikinisinde, üzerimdekini çıkarırken, istisnasız aynı stresi yaşıyorum "ayıp olmuyor di mi ya?"
2 saat sonra, o kafa, "nolcak yeaa, bikinimi denizde değiştireyim, ev çok uzak" kafasıyla yer değiştiriyor.
iş hayatımda da aynı stresi yaşıyorum sürekli. bir şeyleri ilk kez yapmak ve normalde hiç yapmadığım, hiç de yapmayacağım şekilde yapmak, "merhaba adxten arıyorum ben nilsen erdilliballı" demek bile en basiti, ilk seferinde ağzıma bir girmiyor, bir napıyorum ben burada kafası yaşatıyor, sonra onlar da yeni normallerim oluyor, umarım kimseye ayıp olmuyor.
sevgilerle.


3 Mart 2012 Cumartesi

ek-1

benim uzun bir ilişkim oldu ve bu uzun ilişki sayesinde, şu gencecik yaşımda, işve ve cilve skill pointlerimi, yengelik skill pointleriyle kalıcı olarak değiştirdim. bundan mütevellit, kapımı izdivaç amacıyla çalan genç delikanlıların meramlarını bir yenge edasıyla hafif tiye alarak dinliyor, bu gençlerin umudunu kırmamak amacıyla kibarca "sen çok iyi, çok efendi çocuksun ama böyle olmaz" diyerek gelecekten umut kesmemelerini sağlıyor, kendi akranlarına yapmasınlar diye bana yaklaşırkenki taktiksel hatalarını da tek tek ek-1 olarak ellerine verip, yakalarını düzeltip geri gönderiyorum.
gerçi kapımı çalanların her biri komedi dizisinde yan karakter adeta. bir normal insan olsa, bir can katmanoğlu olsa mesela, ben de nilsen erdilliballı olmam şimdi. ben de kalp, ben de heyecan, böyle böyle şeyler..
ama yenge kafası her zaman işin içinden çıkamıyor sevgili okuyanlar.
çok eski sınıf arkadaşlarımdan biri, şimdi adını vermek istemediğim özel bir sosyal paylaşım sitesinde konuşma başlattı=) konuşma biraz saçma bir gidişatta başladı ama eskiden arkadaş olunan kişiler böyle bir tavır değişikliği içerisine girdiğinde bir süre aptala yatmak gerekiyor (ki bu kısmından nefret ediyorum, bence bizim bu aptala yatma zorunluluğumuzdan çok ekmek yiyen bir grup insan var, buradan da onlara nefretlerimi gönderiyorum.)
sonra beni rüyasında görmüş olmasıyla ilgili bir şeyler geveledi. çok da mutaassıp bir çocuktu, umreye gidip gelmişliği, zaman gazetesinde çalışmışlığı falan var. ben de zavallı çocuk geve geve konuştuğundan, hayır da diyemedim, evet de diyemedim, zaten bir şey de diyemedim. herhalde rüyasında bizi sevgili diye gördü, etkilendi, yazık ya rüyadandır o, geçer bir kaç güne minvalinde düşüncelere gark oldum.
......
çocuk da ne bir şey söyledi, ne de konuşmayı bitirmek niyetinde. ben zaten kaybetmeye geldim falan tarzı cümleler var, fakat teklif yok, bir şey yok. bir rüya var sıklıkla mevzu bahis olan ama gevil gevil ağzında, ben de yazık efendi çocuk, meramını dile getiremiyor, herhalde en açık böyle konuşabiliyor, en iyisi artık ben aptala yatmaktan çıkayım, anladığımı açıkça söyleyeyim, sonra da ek-1i adresine yollarım diye düşünüyorum.

meğer çocuğun bahsettiği rüya çok daha cinsel içerikliymiş. ondan gevil gevil geveliyormuş ağzında. hayır, bana burada fak badilik teklif ederek ne oldu umre, ne oldu zaman gazetesi, ne oldu onca dini paylaşım?

sonra konu onun yurtdışında yaşadığı için kültürel normların ne kadar kuvvetli olabildiğini unuttuğuna, böyle konuların hala rahat rahat konuşulamamasına üzülmesine, nietzche ve freud okumaya geldi. 12 saniye içerisinde hikayedeki mutaassıp konumuna düşürülmekle beraber, bir de üzerine zaman gazetesi ve umre gibi dayanakları bir ahlaki veri olarak alıp onu bunlara göre değerlendirdiğim için etiketçi ve önyargılı olmakla ilgili azarları yiyende ağlaya ağlaya terkettim konuşma baloncuğunu.

hala umreye gitti, hala çok muhafazakar bir insan, hala evleneceğim kız bakire olsun kafasında, ama ne yaptı, kafaları çok güzel karıştırdı. şimdi o bana bir teklifte bulundu mu, hayır, o çok doğal olarak, uzun, seviyeli arkadaşlık geçmişimize rağmen, bana benimle ilgili fantazilerini anlattı, bu konudaki düşüncelerimi öğrenmek istedi -çünkü artık dünya böyle bir yer, geçende genelge yayınlandı medeniyete bunlar da eklendi diye- ama ben kültürel normların bir esiri olarak onun bu paylaşımını freud psikolojisine göre konuşmak yerine uff snnne be slak:s :s kafasıyla yanıtladım onu. bir de yetmezmiş gibi onu yaftaladım.
(evladım madem bu kadar doğal karşılyorsun bu konuları, rüya ık mık, geçmiş, gizem, gibi saçma sapan konuaşacağına, adam gibi söyleyiver, ben de abdestini bozarım endişesiyle konuşmayayım. aaaa)

benim kafam çok karıştı mesela. çok güzel taktik. bunu bütün delikanlılarla paylaşayım dedim. brainfuck works. nakedmanden bir önce denenebilir diye düşünüyorum ben.

28 Şubat 2012 Salı

tırtoloji

bir ara maratona katılmıştım. okullar arası bir yarış mı varmış neymiş. bizi bir grup olarak koşturdular, bir kısım insanı geçtim. elenen bir grup olarak tekrar koşturdular. yine geçtim. 10 kişilik bir ekip olarak o hafta sahilde deli gibi sağa sola koştuk, lisanslarımız çıkartıldı.
emirganda yapılan bilmem ne yıldızlar kategorisinde 400 küsür kişiden 80. oldum.
koşu hayatım o noktada bitti.

bizim yazlığımız yoktu. düzenli yüzme hayatı olan bir çocuk olamadım o yüzden. ama 5. sınıfa gelip bu durum gülünç bir hal alınca beni adaya yüzme kursuna yolladılar. 12 yaşında, 2 yaşındakilerle beraber yüzüyordum. gittiğim yerin geleneksel yüzme yarışları vardı. benim kategorim 2 yaşındakilerdi ama o kadar insanın içinde iki yaşındakilerle yüzmem hoş karşılanmayacağından biz kategori dışı 3 çocuk olarak yarıştık.
2 adet 3.lük madalyam var.
yüzme ile ilişkim o noktada bitti.

bir ara toplandık. yogaya gidelim, evet, yoga, sağlık, kesin.. gibi bir akım oldu. en yüksek mertebesinin yogi olduğu bir...bilemiyorum.
olmadı yani...

üniversitede, çok yakın bir arkadaşım piyano çalıyordu. benim de sesim fena değildir, naçizane. ortak müzik zevklerimiz de vardı. yo dostum, neden kendi müziğimizi yapmıyoruz? dedik. onun erkek arkadaşını da alıp bir piyanist, tonemaister ve solist olarak, triphop - downtempo müzik yapmak üzere yola çıktık. sonra ayrıldılar. biz de dağıldık.
müzik ile ilişkim o noktada bitti.

mimar olacağımdan mütevellit, hiç çizim yeteneğim yok, biraz gelişsin deyü, resim kursuna gittim. 3 hafta sonra, bütün çizdiğim objeler kağıt düzleminde köşeye dayanmışlıklarından ötürü pek yalnız bulunduklarından, bu yeteneksizliğimle yüzleşmeye dayanamadım.
resim ile ilişkim o noktada bitti.

bunların yanı sıra, langırt ve tavla turnuvalarına katılmışlığım, radyoda djlik yapmışlığım, seramik ve origami ile uğraşmışlığım, küçükken kitap yazmışlığım var. yazmışlığım dediğim yarısına kadar.

bu sene de piyano kursuna gitmeyi ve italyancaya başlamayı düşünüyorum. aynı zamanda bir derginin röportaj koordinatörlüğünü yapıyorum.
ve korkuyorum.

merhaba, ben her şeye elini atıp, hiçbir konuda muvaffak olamayan insan.

sevgilerle.

ayrıca: kendi aramızda oluşturduğumuz bir dans grubuyla lisede n'sync grubunun bye bye bye şarkısında bütün okula dans edişimi ve tek bir adımını bile hatırlamadığım adıyaman yöresi halk danslarında 1 yıl eğitim görüşümü, katılıp da üzerime alınmadığım çeşitli ilgi alanları kategorisine zaman ötesi edit olarak ekleyebilirim diye düşündüm. bir de bir tiyatroda başrol oynayıp, çıkışta fotoğraf çekilirken yanağım titredi diye sahneyi zirvede bırakmışlığım var.

20 Şubat 2012 Pazartesi

babaannesinin torunu

çalışmalardan takip edileceği üzere hanım kızımız hem mimar, hem de pek maharetli. dijital ortamda bile dantelini ihmal etmez, origamisini katlar, modernlikle mutaassıplık arasındaki kalın çizgide oturup ince belli bardaktan çayını içer.




17 Şubat 2012 Cuma

mış gibi sanki

bazen bir şeyler anlıyorum, anlamamış gibi yapıyorum, görüyorum, görmemiş gibi davranıyorum, duyuyorum, duymazlığa veriyorum. duruyorum, bakıyorum, kendimden dışarı çıkıp, herkese, her şeye bakıyorum, tam dayanamayacak gibiyken sanki farkında değilmişim, unutmuşum gibi geri dönüyorum hayata, sanki olmak istediğim bir zamanda, olmak istediğim yerde, olmak istediğim şekildeymişimcesine. rol yapıyorum gibi değil. sineye çekiyorum gibi ama o da değil. sanki bütün onları bana ait olmayan bir berrine yüklüyorum.
sonra onu kendimden uzaklaştırıyorum. bildiklerini bilen berrini ben bilmiyorum.

11 Şubat 2012 Cumartesi

yarışmaya nereden katılıyoruz?

bir yerde birileri var. iyi birileri. bekliyorlar. bir gün denk gelelim, karşılaşalım diye.
biz de bekliyoruz.
zaman da geçiyor.
böyle şeyler...

13 Ocak 2012 Cuma

"Everyone is disappointing the more you know them."

beyaz ışık sevmem mesela. beyaz ışıklı kış güneşleri bazılarına çok yakışıyor, itiraf edeyim ama her yer onlarla dolu değil sonuçta. hd televizyonlardan da hiç hoşlanmıyorum. hatta eski renkli türk filmleri güzeller. yeterli. mum ışığı dönemi filmlerini sadece rengi için izliyorum. sarı film ararım bazen, sadece bakmayı sevdiğim için.
yani, nasıl desem, mum ışığında gördüğüm kadarı olsun istiyorum. gerisini ben kurarım.
çok gerçek olsun istemiyorum.

2 Ocak 2012 Pazartesi

3ünüz bi gelebilir misiniz? hayatla ilgili kafama takılan bir kaç şey var da.

charlie kaufman, lars von trier ve woody allen. kaufman- synecdoche, von trier - melancholia ve allen - whatever works.
bunlara film diyenin ağzına çarparım.
hepsiyle ilgili saatlerce konuşasım var ama üzerlerine tek kelime edemeyecek kadar da saygı duyuyorum.
özellikle charlie kaufman.
(sevgili okuyan sen orada o cümle bitti diye görüyorsun. halbuki o noktadan sonra ekrana dik bakılmış bir 15 dakika var. )
evet, charlie kaufman.