üniversiteye kadar "en yakın arkadaş" diye bir tanım vardı, bilmiyorum hala geçerli mi bu tanım, yoksa biz miydik tek kurbanları=)
benim lisedeki en yakın arkadaşıma ithaf ettiğim bir yazı olacak bu=)
öncelikle çok sevdiğim bir insandı. liseye yazıldığım günden itibaren onun en yakın arkadaşım olacağını biliyordum, zaten kayıt sırasında tanışmıştık, başkalarıyla takılmaya çalışsam ayıp olurdu=) o zamanlar sadakat de çok önemliydi. en yakın arkadaşını seçecektin ve o senin en yakın arkadaşın olacaktı. seçtim, oldu=)
lise hayatım boyunca hiç pişman olmadım onu seçtiğim için=) harika bir en yakın arkadaştı. kendimden utanmadan her hissettiğimi anlatabilirdim ona. hep benimle takılırdı, sadıktı=) dinlerdi, anlatacak şeyleri olurdu, kopya verirdi çok, hatta, çoğu zaman benim sınav kağıtlarımı da o çözerdi. bütün gün okulda beraber olmamıza rağmen, eve gider gitmez onu arayıp bir saat konuşmama da bir şey demezdi. salaksam, salaksın demez, benimle salaklığıma katılırdı.
çok severdim gerçekten..
sonra çığırından çıktı onu sevmem. o kadar seviyordum ki, artık o gözümde mükemmel bir insandı. ne giyse yakışırdı mesela. okul formasının üzerine giydiği sweatinin bileklerindeki levis markasının amblemi çok yakışıyor diye bilekleri levis markalı sweat aradım. ama bende öyle durmadı. dandik nivea lipsticklerinin uçuk pembe olanı herkste iğrenç dururken, o sanki makyaj yapmış gibi değişiyordu. ben lisenin başından beri alıyordum kaşlarımı, ama o alınca çok yakışmıştı. saçlarını tepeden çok dandik bir topuz yapınca o hem sportif, hem sevimli oluyordu, bense samuraylara dönüyordum. sınavlardan en aşağı 90 alırdı, ben onun yardımlarıyla 80i zor bulurdum çoğunlukla.
her zaman neşeliydi, herkes onu çok seviyordu, artık onun yanında gölgesi gibi olmaya başlamıştım. onun bana fazla olduğu düşüncesiyle, o kolundaki levis amblemi o kadar güzelleşti ki, hiçbir kıyafet o kadar iyi değildi, boşuna aramayacaktım.
artık yenilemezdi=)
onunla denklenemeyeceğimi anlayınca kıskanmaya başladım. o kadar hırçınlaştım ki, başkalarıyla arkadaş olduğunda sinirimden ağlıyordum. dershaneden arkadaşlarıyla görüşecekti bir haftasonu, yeni insanlarla tanışmaktan nefret ettiğim halde sadece tepkisini ölçmek için ben de gelebilir miyim diye sorduğumda cevap olarak dershaneden arkadaşlarla olacağız dediğinde, benden utandığına emindim. ben de kendimden utanıyordum zaten.
ama en yakın arkadaşlık sözünü bana vermişti, bunu bozamazdı=) öss için test çözerken benden daha zeki olduğunu bildiğim arkadaşlarımla oturup çözmesi beni alenen aşağılaması demekti artık. sıramızı bırakıp başkalarının sırasına gidiyordu=)
bir de ara ara üniversiteden sonra arkadaşların birbirleriyle eskisi gibi görüşmediğini, her şeyin değiştiğini söylüyordu. üniversiteye gidince bir daha beni aramak istemiyor ve bahane olarak kullanıyor diyordum. kıskançlığım artıyor, o gözümde git gide büyüyor, kırılamaz, yenilemez hale geliyordu ve ben çıldırıyordum.
çok sonra, onun gözünden bakabildiğim zaman, haksızlık etmiş olduğumu anladım. yani onun mükemmel olduğunu düşünmekle değil, kendi başaramadıklarım için onu geriye çekmeye çalışmakla. o zaman öyle göremiyordum. zira aslında bana istenmeyen olduğumu düşündürtecek hiçbir şey yapmadı, ben kendimi öyle gördüğüm için bunun hazımsızlığıyla hareket edip zor zamanlar yaşatıyordum ona.
sonra üniversiteye geçtik. o istanbulda kaldı, ben izmire gittim.
bugün görüşmüyoruz onunla. üniversiteye gittikten sonra onu hiç aramadığım için beni her yerden sildi. mahcubiyetim sonsuz, haklıymış.
öte yandan bir tarafım "i made you eat your parents!" diyor=)
bir savunma olarak, tabi ki bunu kasti yapmadım. belki bilinçli tarafları vardır ama altbilinçlidir onlar muhtemelen=)
neyse ki üniversitede en yakın arkadaş diye bir şey yoktu. çok sevdiğim arkadaşlarım oldu üniversitede, ve hepsinin yeri çok ayrı. ama en yakın arkadaş hastalıklı bir şey, bir sürü arkadaş olabileceğin insan var, hepsinin farklı özellikleri farklı güzel yanları var. biriyle oturup çok derin konular konuşurken, diğeriyle dedikodu yapmak, biriyle oyun oynamak, biriyle origami yapmak, biriyle filmlerden konuşmak... bilemiyorum.
hala da açmıyor telefonunu yalnız.