Etiketler

27 Kasım 2011 Pazar

yeni başlık

yeninin en güzel yanı hep yeni olması. bu sebepten yok edilemez bir fenomen. ama yeni güzel midir? doğru mudur? sadece yeni olması bir kavramı nereye kadar taşır? yeni olan eskiyince artık nedir?
kendime çok da yenilikçi bir insan diyemem. iyi olduğuna inandığım bir şey yeniyse ne ala. değilse, bunun neresine yeni sokuşturabilirim diye kendimi öldürmüyorum. olması gerekmiyor.
öte yandan günümüzün aydın ve modern insanı yeniyi bir şart olarak görüyor. yenilik modernliğin temelinde de yatan bir kavram. gelişme = yenilik. muhafazakarlık = eskiyi koruma.
şimdi hepimiz muhafaza edebileceğimiz bir yeni bulmak istemiyor muyuz? o zaman hepimiz muhafazakar olana kadar modern miyiz?
yeni de değil bir de. yepyeni. öz hakiki. hakuna matata.
napıyorum ben ya?
görüşürüz.

14 Kasım 2011 Pazartesi

bizim pudingler ne oldu acaba?

puding teoremi.
hayatımın büyük bir kısmını bu teoreme olan inancımla geçirdim. çok küçük olaylara da, hayat görüşüne de uyarlanabilecek mega bir vizyondan bahsediyorum burada=)
teorem kabaca şu; puding uzun bir süre azimle karıştırılır, sonra 1 dakikadan kısa sürede oluverir. sen o süreçte umutsuzluğa düşersin hep, sütünü mü fazla koydum, bizim bardak acaba o bardaktan değil mi diye sorarsın. bu umutsuzluk sürecin bir parçasıdır. pes etmek istersin, olmayacak galiba, bari bardağa koyayım da kakolu süt olsun, içeriz ne güzel dersin. böyle de güzel aslında diye kendini avutursun.
ama bir anda oluverir. yaa, yaa...


4 Kasım 2011 Cuma

hazımsız ergen hikayeleri vol1

üniversiteye kadar "en yakın arkadaş" diye bir tanım vardı, bilmiyorum hala geçerli mi bu tanım, yoksa biz miydik tek kurbanları=)
benim lisedeki en yakın arkadaşıma ithaf ettiğim bir yazı olacak bu=)
öncelikle çok sevdiğim bir insandı. liseye yazıldığım günden itibaren onun en yakın arkadaşım olacağını biliyordum, zaten kayıt sırasında tanışmıştık, başkalarıyla takılmaya çalışsam ayıp olurdu=) o zamanlar sadakat de çok önemliydi. en yakın arkadaşını seçecektin ve o senin en yakın arkadaşın olacaktı. seçtim, oldu=)
lise hayatım boyunca hiç pişman olmadım onu seçtiğim için=) harika bir en yakın arkadaştı. kendimden utanmadan her hissettiğimi anlatabilirdim ona. hep benimle takılırdı, sadıktı=) dinlerdi, anlatacak şeyleri olurdu, kopya verirdi çok, hatta, çoğu zaman benim sınav kağıtlarımı da o çözerdi. bütün gün okulda beraber olmamıza rağmen, eve gider gitmez onu arayıp bir saat konuşmama da bir şey demezdi. salaksam, salaksın demez, benimle salaklığıma katılırdı.
çok severdim gerçekten..
sonra çığırından çıktı onu sevmem. o kadar seviyordum ki, artık o gözümde mükemmel bir insandı. ne giyse yakışırdı mesela. okul formasının üzerine giydiği sweatinin bileklerindeki levis markasının amblemi çok yakışıyor diye bilekleri levis markalı sweat aradım. ama bende öyle durmadı. dandik nivea lipsticklerinin uçuk pembe olanı herkste iğrenç dururken, o sanki makyaj yapmış gibi değişiyordu. ben lisenin başından beri alıyordum kaşlarımı, ama o alınca çok yakışmıştı. saçlarını tepeden çok dandik bir topuz yapınca o hem sportif, hem sevimli oluyordu, bense samuraylara dönüyordum. sınavlardan en aşağı 90 alırdı, ben onun yardımlarıyla 80i zor bulurdum çoğunlukla.
her zaman neşeliydi, herkes onu çok seviyordu, artık onun yanında gölgesi gibi olmaya başlamıştım. onun bana fazla olduğu düşüncesiyle, o kolundaki levis amblemi o kadar güzelleşti ki, hiçbir kıyafet o kadar iyi değildi, boşuna aramayacaktım.
artık yenilemezdi=)
onunla denklenemeyeceğimi anlayınca kıskanmaya başladım. o kadar hırçınlaştım ki, başkalarıyla arkadaş olduğunda sinirimden ağlıyordum. dershaneden arkadaşlarıyla görüşecekti bir haftasonu, yeni insanlarla tanışmaktan nefret ettiğim halde sadece tepkisini ölçmek için ben de gelebilir miyim diye sorduğumda cevap olarak dershaneden arkadaşlarla olacağız dediğinde, benden utandığına emindim. ben de kendimden utanıyordum zaten.
ama en yakın arkadaşlık sözünü bana vermişti, bunu bozamazdı=) öss için test çözerken benden daha zeki olduğunu bildiğim arkadaşlarımla oturup çözmesi beni alenen aşağılaması demekti artık. sıramızı bırakıp başkalarının sırasına gidiyordu=)
bir de ara ara üniversiteden sonra arkadaşların birbirleriyle eskisi gibi görüşmediğini, her şeyin değiştiğini söylüyordu. üniversiteye gidince bir daha beni aramak istemiyor ve bahane olarak kullanıyor diyordum. kıskançlığım artıyor, o gözümde git gide büyüyor, kırılamaz, yenilemez hale geliyordu ve ben çıldırıyordum.
çok sonra, onun gözünden bakabildiğim zaman, haksızlık etmiş olduğumu anladım. yani onun mükemmel olduğunu düşünmekle değil, kendi başaramadıklarım için onu geriye çekmeye çalışmakla. o zaman öyle göremiyordum. zira aslında bana istenmeyen olduğumu düşündürtecek hiçbir şey yapmadı, ben kendimi öyle gördüğüm için bunun hazımsızlığıyla hareket edip zor zamanlar yaşatıyordum ona.
sonra üniversiteye geçtik. o istanbulda kaldı, ben izmire gittim.
bugün görüşmüyoruz onunla. üniversiteye gittikten sonra onu hiç aramadığım için beni her yerden sildi. mahcubiyetim sonsuz, haklıymış.
öte yandan bir tarafım "i made you eat your parents!" diyor=)
bir savunma olarak, tabi ki bunu kasti yapmadım. belki bilinçli tarafları vardır ama altbilinçlidir onlar muhtemelen=)
neyse ki üniversitede en yakın arkadaş diye bir şey yoktu. çok sevdiğim arkadaşlarım oldu üniversitede, ve hepsinin yeri çok ayrı. ama en yakın arkadaş hastalıklı bir şey, bir sürü arkadaş olabileceğin insan var, hepsinin farklı özellikleri farklı güzel yanları var. biriyle oturup çok derin konular konuşurken, diğeriyle dedikodu yapmak, biriyle oyun oynamak, biriyle origami yapmak, biriyle filmlerden konuşmak... bilemiyorum.
hala da açmıyor telefonunu yalnız.

1 Kasım 2011 Salı

öte yandan


"kimlik kaskatı bir kelime, insan olmanın karmaşasını yeterince anlamayan, karşılamayan. Hep bir "kimlik" atfetmek peşindeyiz birbirimize" elif şafak

alaam, allaaaam, aaaaaaaaaaaaaaaaaaa!

başarıyla aramda bir problem var sanırım. bazı insanlar doğal olarak başarılılar. ve o insanları hayranlıkla izliyorum. ben de yapayım diyorum, olmuyor. yapamadıkça afakanlar basıyor, bazen iflas ediyorum, bazen hırslanıyorum. sonra yine yapamıyorum. merhaba, ben mario oynayan kız=)
bugüne kadar çeşitli çıkarımım oldu başarılı insanlardan. önceden her şeye elini atar atmaz başaran insanları başarılı atfetmiştim, zaman ilerledikçe bunun böyle olmadığını, bir işi başaran insanların özellikle bir yönünün gelişmiş olduğunu, diğer yönlerinin bunun arkasında kaldığını farkettim. biliyorum, çok sürpriz değil, ama benim idrakım geç oldu. bu noktada söylemek istiyorum ki, bütün insanlık, hepiniz çok sinsisiniz, ben sağda solda deli gibi bunu da yapmaya çalışayım, bunu da yapmaya çalışayım derken, oh, siz kimliklerinizi oturttunuz, hiç haber veren yok! bir baktım çevreme, okuduklarınız, giyindikleriniz, izledikleriniz hatta neredeyse yedikleriniz bile tutarlı ve size işaret ediyor. ben dolabımı açsam 9 ayrı kadını giydiririm. bir kaç erkek de giydirebilirim belki...
neyse, zararın neresinden dönülse kar diye düşünerek, kendimi incelemeye başladım. yaptığım projeleri inceledim mesela, çünkü onlar benim ürünlerimdi. okuduğum kitapları, dinlediğim müzikleri, bugüne kadarki tüm arkadaşlarımı inceledim. kıyafetlerimi, sevdiğim yemekleri, ilgi alanlarımı...
bu konuda bana en yardımcı olan lastfm oldu çok sağolsun, dinlediklerimin envanterini tutup kategori ettiği için. ama ya ötekiler? bir kere bir arkadaşım bana hediye almakta zorlandığını, çünkü çok belirgin bir özelliğim olmadığını söylemişti.
incelediklerimden gördüğüm kadarıyla ben her şeyi iyi yapacağım derken hiçbir şeyi iyi yapamamışım. bir çaba seziliyor öte yandan. benim tüm hayatım bir jüri özel ödülü bence.
ölünce mezar taşıma, "denemişti" yazarsınız.